- Göç Araştırmaları Vakfı -
- 14 Ağustos 2021
Kamuoyuna Çağrımızdır
Bir süredir devam eden göçmen ve mülteci karşıtı ifadelerin ve bilgi kirliliğinin neticesinde, 11 Ağustos 2021 gecesi Ankara Altındağ’da linç, yağma ve saldırı olaylarına tanık olduk. Ankara’nın Altındağ ilçesinde iki grup arasında çıkan kavga sonucu yaralanan iki kişiden biri olan Emirhan Yalçın isimli gencin üzücü kaybının ardından hızlıca örgütlenen grupların ilçedeki Suriyelilerin evlerine ve iş yerlerine saldırması, etkili ama sorumsuz kişiler tarafından kışkırtılan mülteci karşıtlığının önlenemez boyutlara ulaşabileceğini gösterdi. Bu linç ve saldırı olayları pandemi sürecinin getirdiği zorluklar, güvenlik endişeleri, ekonomik krizin neden olduğu belirsizlikler ve uzun bir süredir devam eden siyasal ve sosyal gerilimler bahane edilerek göçmenlere yönelik nefret suçlarının, dışlayıcı ifadelerin ve uygulamaların varabileceği noktayı bizlere göstermesi bakımından da ibret olmalıdır.
Farklı vesilelerle ve defalarca tekrar edildiği üzere göç günümüz dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır. Göç her zaman bir sorun olarak deneyimlenmek zorunda değildir. Göçle birlikte ortaya çıkan yeni ve çeşitli durumların toplumların değişimine ve gelişimine olanak sağlaması da mümkündür. Bunu belirleyen ise göç alan ülkelerin göç politikaları ve göç yönetimleridir.
Göç ve iltica süreçleri küresel/bölgesel sorunlardan kaynaklanır. Kendi ülkelerinde can ve mal emniyetini yitiren ya da çeşitli nedenlerle yaşamlarını kendi ülkelerinde sürdürmek yerine başka ülkelerde yeni yaşamlar kurmak için göç eden, sığınan, iltica eden kişilerin yöneldikleri ülkelerdeki eksik ya da yanlış göç politikaları ve göç yönetimi, göçmenlerin ve yurttaşların yeni zorluklarla karşılaşmalarına neden olabilir. Bu zorlukların aşılmasını sağlamak göçmenlerin ya da yurttaşların değil, hükümetlerin başlıca ödevlerinden biridir.
Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan ve gündelik yaşamlarında sömürüyü ve şiddeti en ağır şekilde yaşayan göçmen ve mültecilerin ötekileştirilmesi ve bir günah keçisi olarak hedef alınması kabul edilemez. Kalıcı ve sürdürülebilir bir entegrasyon ve göç politikasının eksikliğine ilişkin eleştirilerin, tüm bu süreçlerde mağdur olan göçmenlere ve mültecilere yöneltilmesi, durumu daha da derinleştirmekten öteye geçmeyecektir. Gerçek hedefini şaşırmış, gerçek sorunlarını dile getirme ve onların çözümünü talep etme iradesini büyük ölçüde yitirmiş kalabalıkların hissettikleri öfkeyi toplumun en zayıf kesimlerinden birini oluşturan göçmenlere ve mültecilere yöneltmesi, toplum olma niteliğine vurulan en ağır darbelerden biridir.
Biz göç alanında çalışan sivil toplum örgütleri, göç araştırma merkezleri ve göç alanında bilgi, söz ve eylem üreten kurumlar olarak içine girdiğimiz hassas dönemde tüm tarafları nefret söyleminden uzak durmaya, ayrımcılık ve ırkçılık tuzağına düşmeden konuyu soğukkanlılıkla tartışmaya davet ediyoruz. Aynı zamanda, göç ile ilgili uygulanan politikalar hakkında kamuoyunun açık ve şeffaf bir şekilde bilgilendirilmesi, göçmen ve mülteciler üzerinde bir tehdit unsuruna dönüşen belirsizliklerin ve keyfi yaklaşımların terk edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Ayrıca, toplumdaki gerilimi kontrol edilemez bir noktaya doğru götüren nefret söylemleri ve ayrımcı dilin acilen sonlandırılması gerekmektedir.
Son olarak, her devlet göçle ilgili kendi politikalarını uygularken, altına imza attığı uluslararası hukuk kurallarına ve temel insan hakları ilkelerine de uymak zorundadır. Meselenin küresel boyutunu göz önünde bulundurarak, Avrupa Birliği’ne üye olan ülkeleri düzensiz göç ve iltica konusundaki sorumluluklarını ivedilikle yerine getirmeye davet ediyoruz. Avrupa Birliği’ne üye olan ülkelerin, Türkiye gibi yoğun göç hareketlerinin yöneldiği ülkeleri, sadece ekonomik yardımlar ile destekleyerek göçün kendi sınırlarına yönelmesini önlemek amacıyla araçsallaştırması yerine eşit, adil, etkili ve sürdürülebilir bir göç politikasının uygulanması için daha fazla inisiyatif ve sorumluluk alması gerektiğini hatırlatıyoruz.