- Göç Araştırmaları Vakfı -
- 14 Ağustos 2024
İngiltere’de 29 Temmuz’da Southport kentindeki bıçaklama olayı sonrası başlayan aşırı sağın şiddet eylemlerinde özellikle Müslüman toplumun hedef alınması, ülkedeki farklı etnik kökenlerden “İngiltere’de aşırı sağcı şiddet” başlıklı dosya haberin ilk bölümünde AA muhabiri, dünya genelinde Müslüman haklarını savunan Londra merkezli CAGE International adlı sivil toplum kuruluşu ve bu ülkede yaşayan Müslümanlarla görüşerek “Müslümanlar kendini güvende hissediyor mu?” sorusunun yanıtını aradı. Müslümanlar arasında korku ve endişeye yol açtı.
Southport kentinde 17 yaşındaki Axel Rudakubana’nın 3 çocuğu öldürdüğü, ayrıca 8’i çocuk 10 kişiyi yaraladığı saldırı sonrasında başlayan aşırı sağcı şiddet olayları ülke geneline yayıldı. Çok sayıda gözaltı ve tutuklama yapılan olaylarda aşırı sağcılar polisle ve karşıt görüştekilerle çatıştı, evlere, iş yerlerine, arabalara, camilere ve polis araçlarına zarar verdi.
Müslümanlar ve Müslümanlara ait iş yerleri, İslam merkezleri ve kurumlar, 30 Temmuz’dan bu yana aşırı sağcıların neden olduğu sokak olaylarında hedef alınıyor.Olayların ardından “More in Common” adlı uluslararası girişim tarafından yapılan ankete katılanların yüzde 53’ü, “İngiltere’nin Müslümanlar için güvensiz ülke olduğu” görüşünü paylaştı. Bu oran, aşırı sağın şiddet eylemlerinden önce yüzde 38 olarak kaydedilmişti.
“Yaşananlardan sonra ülke genelindeki toplumlarda büyük korku var”
CAGE International Basın Sözcüsü Muhammad Mussa, AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, aşırı sağın şiddet eylemlerinin altında yatan sebebin birçok faktörün birleşimi olduğunu dile getirdi.
Mussa, “Bu, ülkede 30 yılı aşkın süredir devam eden İslam ve göçmen karşıtlığının birleşimidir. Şu anda gördüğümüz şey, hükümetin, kurulu düzenin ve medyadaki müttefiklerinin göç, sığınma ve İslam karşıtlığını İngiltere’deki etnik azınlıklara karşı korku salmak için sürekli olarak kullanmasıdır.” dedi.
Şiddet olaylarına karışanların çoğunlukla eğitimsiz, kültür, siyaset ve tarih konusunda bilgi sahibi olmayan kişilerden oluştuğunu ve aşırı sağcı medya ve politikacıları takip ettiklerini belirten Mussa, Southport’taki bıçaklama olayı sonrası saldırganın Müslüman olduğu yönündeki dezenformasyonun da İslam karşıtlığı, göçmen ve sığınmacılara yönelik nefreti yansıttığını söyledi. Mussa, aşırı sağın Müslümanlara yönelik şiddet eylemlerinin özellikle Müslüman toplum içerisinde korku ve endişeye yol açtığına işaret ederek şöyle devam etti:
“Yaşananlardan sonra ülke genelindeki toplumlarda büyük bir korku var. Hem Müslüman erkeklerin hem de kadınların fiziksel saldırıya uğradığına dair raporlar gördük. Camilerimize, iş yerlerimize ve evlerimize de saldırılar oldu. Dolayısıyla doğal olarak korku, belirsizlik ve endişe olacaktır ancak geçen çarşamba günü ülke çapında büyük bir anti-faşist, ırkçılık karşıtı protesto vardı. Bu dayanışma eylemleri topluma da güven veriyor ancak hükümetin ve polisin toplumumuzu korumak için daha fazlasını yapması gerekiyor. Ayrıca, hükümetin ve medyanın da bu ırkçı ve İslam karşıtı söylemlerine bir son vermesi gerekiyor.”
“İnsanlar artık bu ülkede yaşamaktan bile korkuyor”
Başkent Londra’da yaşayan 39 yaşındaki Rushna Begum, aşırı sağın özellikle Müslüman topluma yönelik şiddet eylemlerine tepki göstererek İngiltere’de yaşayan Müslümanların bu toplumun önemli parçası olduğuna işaret etti.
Sokak olaylarının ilkinin Liverpool’da meydana geldiği ve bir camiye yönelik saldırı olduğu haberini aldıklarını aktaran Begum, “Bunun bizim camimize yapılması doğru değil. Bunu yapan adam (Southporth’taki bıçaklama olayı) Müslüman bile değildi.” diye konuştu.
Begum, sosyal medya hesabı X’te bir kadının, bıçaklama olayının failinin Müslüman olduğu yönünde gerçeği yansıtmayan paylaşımda bulunduğunu ve daha sonra bu paylaşımın çok sayıda kişi tarafından yeniden paylaşıldığını anımsattı.
Şiddet eylemlerine karışan ve hapis cezası alan diğer aşırı sağcılar gibi bu kişinin de mahkum edilmesi gerektiğini savunan Begum, “Diğer insanlar yaptıkları şey yüzünden hapisteyken o kadın da hapiste olmalı. Onun da hapiste olması gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
Begum, sokaklardaki şiddet eylemlerine polisin müdahalede bulunmak için çalışmalar yürüttüğüne fakat bunun yetersiz olduğuna işaret ederek şunları söyledi:
“Hükümetin bu konuda hiçbir şey yapmamasına çok kızıyorum. Son 4-5 gündür evdeydik çünkü dışarı çıkmaya bile korkuyorduk. Benim de küçük çocuklarım var. Ne zaman küçük çocuklarımla dışarı çıksam daima korkuyorum. Bu bölgelerde sorun yok ama uzak yerlere gittiğimizde korkuyoruz. Gidemiyoruz. Evdeyiz ve küçük çocuklarımızı dışarı çıkarmaya korkuyoruz. Bu, böyle olmaz. Bu bizim için, hepimiz için, Müslümanlar için böyle olmamalı.”
Begum, aşırı sağın şiddet eylemlerinin ardından İngiltere’de doğup büyüyen Müslümanlar arasında korkunun hakim olduğunu dile getirerek “Ben burada doğdum, biz burada doğduk. Tüm bu olanlar yüzünden insanlar artık bu ülkede yaşamaya bile korkuyor.” değerlendirmesini yaptı.
Özellikle tesettürlü kadınların dışarıda bulundukları vakitlerde korku hissettiklerini aktaran Begum, “Tesettürlü bir kadın olarak, bir peçeli kadın olarak, burkalı bir kadın olarak ve bunun gibi şeyler giyerek sokaklarda yürümek çok ama çok korkutucu.” dedi.
Begum, bu süreçte bazı tesettürlü kadınların evlerinde kalmayı, dışarı çıkmamayı tercih ettiğine dikkati çekerek “İhtiyaçlarını eve teslimatlı olacak şekilde yaptırıyorlar. Çocuklarla dışarı çıkamadıklarında eve teslimat yaptırıyorlar.” diye konuştu.
“Dışarı çıkmadan önce iki kez düşünmez zorunda kalıyorum”
Pakistan asıllı İngiliz vatandaşı Zaib de şiddet eylemleri sırasında babasının vefatı dolayısıyla Pakistan’da bulunduğunu, olayların ardından arkadaşları ve komşularının kendisini telefonla arayarak yaşadıkları korkuyu anlattıklarını aktardı.
Zaib, “Müslüman arkadaşlarım, komşularım görüşlerini benimle paylaştıklarında korkuyorlardı. Uzakta olduğum için beni telefonla arayıp anlattılar. Beni aramaları bile bunun gerçekten şoke edici bir durum olduğu anlamına geliyor. Dışarı çıkmaya çok korktuklarını benimle paylaştılar.” ifadelerini kullandı.
Özellikle farklı etnik gruplardan insanların yaşadığı ve çok sayıda tren istasyonunun bulunduğu Walthamstow Center’da meydana gelen olayları dinledikten sonra kendisinin de çok korktuğunu belirten Zaib, duydukları karşısında şoke olduğunu vurguladı.
Zaib, “Özellikle de Müslüman olduğunuzu, başörtülü olduğunuzu ve saldırıya uğrayabileceğinizi bildiğinizde tek başınıza seyahat etmeye cesaret edemiyorsunuz. Yani durup dururken herkes size saldırabilir.” dedi.
İngiliz hükümetinin toplum içerisindeki barışı ve huzuru sağlamak için birtakım adımlar attığını aktaran Zaib, özellikle de başkent Londra’da acil adımların atılması gerektiğinin altını çizdi.
Müslümanların bu tür olayların önüne geçmek için şahsi adımlar atamayacağını fakat hükümetin sorumlulukları olduğunu söyleyen Zaib, şöyle devam etti:
“Hala hükümetten umutluyuz çünkü Londra genellikle yaşamak için gerçekten ideal bir yer olarak görülüyor ve son 12 yıldır, şahsen böyle bir durumla hiç karşılaşmadım ama şu an burada şoke edici bir durum var. Bu şiddet olaylarından sonra gerçekten korkuyorum çünkü dışarı çıkmadan önce, evimden dışarı adım atmadan önce iki kere düşünmek zorunda kalıyorum. Sanırım burada bulunduğum son 12 yılda hissettiğim gibi artık hissetmiyorum.”
“Masumların hayatını toplumumuz arasında nefret uyandırmak için kullandılar”
Londra’da yaşayan genç Hammad da aşırı sağın şiddet eylemlerinin öfkeli ve nefret dolu insanlardan kaynaklandığı görüşünü paylaştı.
Southporth’ta 3 çocuğun öldürüldüğü bıçaklı saldırının failinin Müslüman olmadığının ortaya çıkmasına rağmen şiddet eylemlerinde Müslümanların hedef alındığını belirten Hammad, şunları kaydetti:
“Bunu öğrenmelerine rağmen bu masum hayatları sadece amaçlarını ve nefretlerini bastırmak için bahane olarak kullanıyorlar. Bu da gösteriyor ki masum hayatlar gerçekten umurlarında mı, yoksa bunu sadece şiddete neden olmak ve toplumumuzda nefret uyandırmak için mi kullanmak istiyorlar? Eğer bu masum hayatları ve genç masum hayatları önemsiyorlarsa, o zaman küresel ölçekte bakın, en çok genç masum hayatlar nereye gidiyor? Son zamanlarda Filistin’de. Eğer bu ülkede öldürülen üç kişinin masum hayatlarını gerçekten önemsiyorlarsa evet öfkelenmeleri gerekir. Peki ya aynı öfke Filistin’deki binlerce masum çocuğun hayatı için de geçerli mi?”