Logo
GAV Suriye Ziyareti

Savaş Sonrası Dönemde Suriye’de Geçiş Süreci: Umutlar, Fırsatlar ve Meydan Okumalar

Birgül Demirtaş

8 Aralık 2024’te Beşar Esad rejiminin devrilmesinin ardından Suriye’de yeni bir dönem başladı. Göç Araştırmaları Vakfı’nın organizasyonuyla 18-21 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirdiğimiz ziyarette Suriye’nin farklı şehirlerini ziyaret etme imkanı bulduk. Azez, Halep, Lazkiye, Tartus, Humus ve Şam’ı içeren ziyaretimiz sırasında hem bölgede görev yapan Türkiye’nin resmi kurumlarının temsilcileriyle ve Türk STK’larıyla hem de Türkiye’den Suriye’ye geri dönmüş bazı ailelerle görüştük. Ziyaretimiz sırasında Suriye’deki Esad sonrası geçiş dönemi dinamiklerini gözlemleme şansı bulduk.

Mevcut Suriye’yi “çelişkiler ülkesi” olarak tanımlamak mümkün. Bazı yerlerde normal hayat devam ederken, bazı yerleşim yerlerinde sözle ifade edilemeyecek kadar büyük yıkım var. Normal hayatla, yıkılmış hayat çoğu zaman birbirinin yanı başında. Yolun bir yanında savaş sırasında saldırılarla yıkılmış bir mahalle, öteki tarafında çatışmalar sırasında hiç zarar görmemiş bir yerleşim yeri. Tercümanımız zarar görmeyen mahallelerin genelde Alevilerin yaşadığı mahalleler olduğunu belirtiyor. Bir de Şam’da üst sosyo-ekonomik sınıfın ve diplomatların yaşadığı Mezze mahallesi görmeye değer. Ben Mezze’de gezerken kendimi Ankara’nin Gaziosmanpaşa mahallesinde zannettim. O kadar benziyor… Gelişmiş bir ülkede bir kent gibi. Hiçbir farkı yok. Bahçeli lüks evler, bakımlı ve tertemiz sokaklar, zengin insanlar. Savaş sırasında bile ciddi zarar görmemiş.

Öte yandan, Şam’ın Bab tuma mahallesi, kadim Ortadoğu kültürünün bir merkezi. Hıristiyanların da yaşadığı eski şehri barındıran mahalle, hem çok renkli hem de hayat dolu. Cıvıl cıvıl hediyelik eşya satan dükkanlar… O muhteşem el işçilikleri… Bir yanda Ermeni Katolik Kilisesi, az ileride Emevi Camii… Onun karşısında Hamidiye Çarşısı… Büyülü, tılsımlı, çok farklı, rengarenk, farklı kültürlerin birarada barış içinde yaşadığı bir bölge… Kadınlar, erkekler, çoluk çocuk herkes var o güzel sokaklarda. “Merry Christmas” yazıları, yılbaşı süsleri, süslenmiş çam ağaçlarının gölgesinde güzel bir gelecek umudu. Zaman içinde bu kadim kültürün yeniden tüm aktörler tarafından benimsendiği bir Suriye hayali bu sokaklarda yürürken tek dilek oluyor.

Öte yandan, başkent Şam’ın Yermuk mahallesi, en büyük yıkım gören yerlerden biri.Evlerin büyük kısmı ağır hasar görmüş. Şehrin o büyük mahallesi yerle bir edilmiş. Ama insanların yaşama tutunma azmi ve belki de mecburi dayanıklılıkları tarihe geçecek. O hasarlı binalarda kimi aileler bir daireyi kendi imkanlarıyla tamir etmeye çalışmış ve orada yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Kimi o yıkık binanın alt katında sebze meyve satmaya çalışıyor ya da bir bakkal dükkanı açarak kendi ekmek parasını kazanmaya çalışıyor. Yıkıntılar arasında yaşam sürüyor ve umutlar yeşertilmeye çalışılıyor. Bir film karesi gibi, ama değil… Sanki II. Dünya Savaşı’yla ilgili bir belgesel karşımızda duram, ama o da değil. Acı bir gerçek tam karşımızdaki. İnsanın insana yaptığı zulümün acı tanığı. 21. Yüzyılın 25. yılında gözümüzün önünde Ortadoğu’da bir devlet ve bir millet daha yok edilmeye çalışıldı. Uluslararası kuruluşlar, başat devletler ve küresel toplum sessiz kaldı… Şimdi o kadim toprakların insanlarının büyük azmiyle bir ülke küllerinden yeniden doğmaya çalışıyor.

Suriye’de kiminle konuşursanız Esad rejiminden duyulan o büyük nefretle karşılaşıyorsunuz. Bir hükümetin kendi halkına bombalar yağdırmasını hiç kimse elbette unutmamış. Protesto eylemi gerçekleştiren insanların üstüne ateş açılması herkesin hafızasına kazınmış. Halkını öldüren, onları göç etmeye zorlayan, onları evsiz barksız bırakan bir diktatörün, şu anda Rusya Federasyonu’nda refah içinde yaşaması mutlaka vicdanları yaralamış durumda. Geçiş dönemi adaletinin sağlanmasında Beşar Esad başta olmak üzere tüm sorumluların uluslararası bir mahkeme tarafından yargılanması mutlaka gündeme getirilmeli. Hem Suriye halkına yaptıklarının karşılıksız kalmaması hem de küresel sistemde gelecekte benzer zulümlerin önlenmesi için adalet mekanizmasını işletmek bir zorunluluk.

Suriye’de yeniden bir devlet inşa etmek gerekiyor. Öncüpınar sınır kapısından çıkıp El Selame sınır kapısına ulaştığınızda adeta 100 sene öncesine bir yolculuk yapıyorsunuz. Sınır kapısındaki görevlilerin hiçbir üniforması yok. Çıkış işlemleri için üç farklı sırada beklemek zorundasınız. İlk görevli, pasaport bilgilerinizi büyükçe bir deftere elle kaydediyor. Evet, yapay zeka çağında elle pasaport kaydı yapılıyor. Üstelik güvenliğin bu kadar hassas olduğu bir sınır kapısında.

 Sınır kapısında, elle kaydın da etkisiyle, yoğunluk var. Geri dönüş yapmaya çalışan eşyalarını kamyonlara yüklemiş birkaç aile gözümüze çarptı. Ama Suriye’deki akrabalarını görmek isteyen geçici koruma altındaki insanlar, sınır kapılarında yoğun bir şekilde gözlemleniyor. Suriye sınırındaki işlemlerin tamamlanması 1-1,5 saat arası sürüyor. 

Şehirlerin hem çıkışında hem de girişinde güvenlik kontrolleri var. Ama bu kontrolleri yapan görevlilerin de herhangi bir üniforması yok. Kurşun geçirmez yelekleri ve tüfekleri var. O kadar. Kontrol sırasında da kimlik kontrolü yapıldığına biz denk gelmedik. Dolayısıyla Suriye’de geçiş sürecinde küresel norm ve standartlara uygun bir devlet inşası gerekiyor.

Ziyaretimiz sırasında Türkiye’den Suriye’ye dönmüş ailelerle de konuşma imkanını  bulduk. Hepsi bir şekilde eski evlerine dönebilmiş, bir kısmı eski işyerlerine de yeniden kavuşmuş. Ama bunların hepsi zorlukla olmuş. Bunun da en büyük nedeni savaş nedeniyle ülke dışına gitmek zorunda kalan insanların evlerinin ve bazı durumlarda işyerlerinin de “işgal edilmesi”. Geri dönen Suriyelilerin anlattıklarına göre Esad rejimine yakın kişiler, ülkeyi terk etmek zorunda kalmış insanların evlerini bir şekilde ele geçirerek, daha sonra başkalarına satmış. Onlar da başkalarına satmış. Zincirleme satışlarla mallar mülkler defalarca el değiştirmiş. Dolayısıyla, insanlar yurtdışında mülteci ya da geçici koruma statüsü altında bulunurken evleri defalarca satılmış. Yaşanan mülkiyet sorunları, savaşta yok olan tapu kayıtları da dikkate alındığında yıllarca sürecek bir mücadele anlamına geliyor. 

Öte yandan, “Türkiye’den Suriye’ye ‘dönmek’ “ basit bir cümle gibi durabilir, ama aslında oldukça karmaşık bir süreci ifade ediyor. Türkiye’de geçirilen 13-14 yıl geçici koruma statüsünde yaşayan Suriyeli insanlarda ve çocuklarında hem insani hem de kültürel bağlar yaratmış. Kimi Türkiye’de oturma izni almış, kimisi vatandaş olmuş. Aile üyelerinin çoğu bir şekilde Türkçe’yi öğrenmiş. Türkiye’de komşuları olmuş, arkadaşları olmuş. Çocuklar okula gitmiş. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince hep bir güleryüz hep bir sempati oluştu insanların yüzlerinde. Hepsi çok sıcakkanlı davrandı. Birlikte geçirilen yıllardan sonra hemen sohbetlerin başlaması ve yüzlerde tebessümün oluşması çok önemli. Dolayısıyla, memleketleri Suriye’ye dönseler de Türkiye’de geçirdikleri yıllar o insanlarda kalıcı izler bırakmış. Artık bundan sonra onlar hem Suriyeli hem de Türkiyeli. 

Şam’da Türkiye’de yıllarca yaşadıktan sonra Suriye’ye dönmüş bir kadınla görüşme şansı bulduk. Onun hikayesi aslında pek çok hayat hikayesinin bir benzeri. Altı çocuğu olan kadın, Türkiye’deyken okula giden çocuklarının videolarını gösterdi. Videoda küçük kızı Türkiye’ye dönmek istediği için ağlıyordu. Diğer iki kızı da Suriye’ye döndükten sonra çektikleri videoda Türk öğretmenlerinin Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyorlar ve onları ne kadar çok özlediklerini ifade ediyorlardı. Türkiye’deki sınıf öğretmenin gönderdiği video da özellikle etkileyiciydi. Öğretmen sınıf arkadaşlarının videosunu çekip göndermişti. İstanbul’daki sınıf arkadaşları, Suriyeli arkadaşlarını ne kadar çok özlediklerini söylüyorlar ve öğretmeni de onu ne kadar özlediğini ifade ediyordu. Suriyeli annenin bir başka çocuğu da Türkiye’deki öğretmeninin 24 Kasım öğretmenler gününü kutluyordu çektiği videoda. Türkiye-Suriye arası insani bağlar, geri dönüşlerden sonra da devam ediyor ve edecek.

Bu arada, ailenin bir çocuğu Suriye’ye dönünce liseye orada devam etmiş, ama bir yandan Türkiye’de açık liseye de gidiyormuş. Bir yandan Suriye’ye dönüp orada eğitime devam etmek, ama öte yandan, Türkiye’de kazanılan eğitim imkanlarını da devam ettirmeye çalışmak… Hem memlekete yeniden tutunmak hem de Türkiye’yle bağlarını devam ettirmek… Her ikisi için de geleceğe hazırlanmak… Tanıştığımız çoğu aile tam da böyle bir ruh hali içinde. Altı çocuğu olan anne, üniversiteye giden çocuklarının Türkiye’de kaldığını, orada eğitimlerini sürdürdüklerini, geri kalan dört çocuğuyla döndüğünü anlatıyor. Çekirdek ailenin bir kısmı Türkiye’de, bir kısmı Suriye’de artık.

Başka bir aile ise, oğullarının Türkiye’de kaldığını, ama gelinlerinin ve çocuklarının Suriye’ye döndüğünü anlatıyor. Çocukların kendi kültürlerini de tanımalarını önemsediklerini anlatıyor.

Sonuç olarak, karşılaştığımız insanların çoğu ailenin kimi üyelerinin Türkiye’de kaldığını, kimisinin döndüğünü anlattı. Dönenler de Türkiye’yle insani bağlantılarını sürdüğünü örnekleriyle anlattı. 

Sözün özü, “dönmek” kavramı, dışarıdan hiç de göründüğü kadar  basit değil. Bazı durumlarda aile üyelerinin kimi dönüyor, kimi Türkiye’de kalıyor. Dönenlerin bir kısmı Türkiye’deki eğitimlerini devam ettirmeye çalışıyor. Bir kısmı Türkiye’deki arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle bağlarını devam ettiriyor. Fiziksel olarak dönmek, duygusal olarak dönmek anlamına gelmiyor.

Bu arada, tanıştığımız Türkmen aile, zaten Türkiye’yle gönül bağlarını koruyor. Dönme amaçlarından birinin o topraklarda Türkmenlerin varlığını devam ettirmek olarak belirtiyor. 

Görünen o ki savaştan kaçarak geldikleri Türkiye’deki yaşam deneyimleri o insanların, özellikle de çocukların ve gençlerin, hayatlarında büyük izler bıraktı. Ve bu izler çok muhtemel ki hayat boyu devam edecek. Türkiye’deki karar alıcıların bu bağların sürdürülmesi üzerinde düşünmeleri faydalı olacaktır.

Suriye’de göze çarpan bir başka olgu da kadınların toplumsal hayattaki rolüyle ilgili. Kadınlar, Suriye’de hayatın içinde görünür bir şekilde mevcut. Gittiğimiz tüm kentlerin sokaklarında kadınlar var. Tüm farklılıklarıyla var. Hem Azez de hem Halep de hem Lazkiye de hem de Şam’da kadınlar tüm kentlerde var. Kimi sınırda görev yapıyor, kimi otelde çalışıyor… Suriye’nin refaha kavuşabilmesinin koşullarından biri de, kadınların evrensel haklarını kullanabilmelerinde ve hem kamusal hem de özel hayatta daha çok rol oynayabilmelerine yatıyor. Bu konudaki çabalara uluslararası destek verilmesi de elzem niteliği taşıyor. Suriye’de barışın sağlanması sürecine kadınların katılması da kalıcı barışın sağlanması açısından çok önemli. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin “Kadın, Barış ve Güvenlik” başlıklı kararları, barış süreçlerine kadınların katılımının önemini vurguluyor. Yüzlerce yıllık tarihsel deneyimlerin sonucu olan BM kararlarının Suriye’deki barış sürecinde de dikkate alınması, ülkede sürdürülebilir bir istikrarın ve barış ortamının inşa edilmesine katkı sağlayacağı açıktır. 

Suriye’nin geçiş süreci her ne kadar meydan okumalarla dolu olsa da insanlar artık Esad sonrası dönemde geleceğe umutla bakmak konusunda çok istekli ve kararlı. Konuştuğumuz herkes barış ve huzur dolu bir ülkeye kavuşmak istiyor. Bu topraklar yüzyıllar boyunca farklı dinden, mezhepten ve ırktan insanların barış içinde birarada yaşamasına tanıklık etti. Yeni dönemde hem Suriye’yi geçiş sürecinde yönetenlerin hem de uluslararası aktörlerin üzerlerinde büyük sorumluluk var. Suriye’deki iktidar, çoklu dönüşüm sürecini birarada yürütmek durumunda. Bir yandan, siyasi aktörlerin, yeni bir devlet inşa ederek; ülkede güvenliği sağlaması; eğitim, sağlık ve ekonomi başta olmak üzere tüm kamu hizmetlerini yeniden işler hale getirmesi ve savaşın tüm yaralarını sarmaya çalışması gerekiyor. Öte yandan, tüm farklılıklara saygı duyan kapsayıcı bir millet kimliği inşa edilmesi de en öncelikli konulardan birisi olmalı. Uluslararası aktörlerin de Suriye’ye hem maddi hem manevi destek vermesi hem de ülkenin toprak bütünlüğünün korunmasına katkı sağlaması hayati önemde. Savaş dönemi hem Suriye hem de bölge için  unutulmaz acılara tanık oldu. Yeni acıların yaşanmaması için ulusal ve uluslararası tüm aktörlerin sorumluluk içinde davranması gerekiyor. Nitekim, Suriye’ye ve Ortadoğu’ya barış gelmeden dünyaya barış gelmeyeceğini de 13 sene boyunca gördük.

 

Suriye’de Sıfır Noktası ve Yeniden Kurma İradesi

Şevval Nur Acuner

Vakıf ekibi olarak gerçekleştirdiğimiz Suriye ziyareti, bir ülkenin yeniden başlama sürecini sahada görmemize imkân tanıdı. Şam, Halep, Yermük, Lazkiye ve Azez gibi farklı şehirleri ziyaret ettik; bu bölgelerde faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geldik. Devrimin ilk günlerinden itibaren sahada olanlarla ve uzun yıllar sonra ülkesine geri dönenlerle konuşma fırsatı bulduk. Bu temaslar, Suriye’nin yalnızca bir kriz alanı değil, aynı zamanda yeni bir sayfanın arifesinde olduğunu açık biçimde gösteriyordu.

Gezdiğimiz birçok yer, Esed dönemi boyunca ağır şekilde tahrip olmuştu. Yıkılmış mahalleler, boşaltılmış evler ve çökmüş altyapı, savaşın izlerini hâlâ çok net biçimde yansıtıyordu. İnsanlar yalnızca evlerini değil, uzun yıllar boyunca kurdukları yaşam düzenlerini de kaybetmişti. Bu tablo, Suriye’nin bugün pek çok açıdan adeta bir sıfır noktasında bulunduğunu gösteriyor. Buna rağmen sahada hâkim olan duygu umutsuzluk değil; temkinli ama gerçek bir umut oldu.

Bu umudu sahada somutlaştıran örneklerden biri, görüştüğümüz 77 yaşındaki bir amcaydı. Uzun yıllar Almanya’da yaşadıktan sonra Yermük’e geri dönmüş; yaşına ve mevcut zorluklara rağmen, tahrip olmuş evini onarmak ve ülkesinin yeniden inşasına katkı sunmak için bu kararı aldığını anlatmıştı. Bu geri dönüş, sahada karşılaştığımız umudun yalnızca sözde kalmadığını, bireysel tercihler ve somut çabalarla desteklendiğini gösteriyordu.

Sahada dikkat çeken bir diğer husus, Türk sivil toplum kuruluşlarının özellikle yeniden inşa ve temel hizmetler alanında oldukça aktif olmasıydı.

Nitekim 2023 yılında Hasene tarafından hayata geçirilen bir proje kapsamında; konutlar, bir cami, sağlık ocağı, okul, anaokulu, su deposu ve su kuyusunu içeren bütüncül bir köy kompleksi inşa edilmişti. Bu tür çalışmalar, yalnızca fiziki ihtiyaçlara cevap vermekle kalmıyor; insanlar için kalıcılık hissi, düzen ve yeniden hayat kurma imkânı da sunuyor.

Görüşmeler sırasında Türkiye’ye yönelik son derece olumlu bir yaklaşımın yaygın olduğu da açıkça görülüyordu. STK temsilcileri, yerel aktörler ve siviller, Türkiye’nin Suriye halkına verdiği desteği açık biçimde takdir ediyor ve sık sık teşekkürlerini dile getiriyordu. Bu olumlu algı, yalnızca insani yardımlarla sınırlı değil; yıllar içinde kurulan temaslara, sınır ötesi dayanışmaya ve birlikte yaşama tecrübesine dayanıyor. Sahada hissedilen bu güven, gelecekte kurulabilecek işbirlikleri açısından önemli bir zemin oluşturuyor.

Elbette sahada ciddi zorluklar da mevcut. Elektrik, su, sağlık hizmetleri, eğitim kurumları ve ulaşım altyapısı pek çok bölgede hâlâ yetersiz. Güvenlik alanında belirsizlikler sürüyor. İsrail kaynaklı tehditler ve YPG’nin varlığı, özellikle sınır bölgelerinde kırılganlığı artırıyor. Hatta bazı şehirlerde, şehir merkezinde dahi elinde silahla dolaşan insanlarla karşılaşmak mümkün. Buna rağmen gündelik hayat devam ediyor; dükkânlar açık, insanlar sokakta ve kent içinde belirli bir düzen hissediliyor. Bu durum, güvenliğin kırılgan olmakla birlikte tamamen çökmüş bir ortamdan da söz edilemeyeceğini gösteriyor.

 

Tüm bu tabloya rağmen, Suriye’nin bugün içinde bulunduğu bu sıfır noktası, aynı zamanda önemli bir imkân alanı da sunuyor. Şehirlerden kurumlara, sosyal yapılardan yerel yönetişim mekanizmalarına kadar pek çok alan yeniden şekillenme aşamasında. Bu da kısa vadeli çözümler yerine, uzun vadeli, sürdürülebilir ve yerel ihtiyaçlara dayalı yaklaşımlar geliştirmek için güçlü bir fırsat anlamına geliyor.

Bu noktada Türkiye–Suriye ilişkilerinin yalnızca insani yardım çerçevesinde değil, daha kapsamlı ve yapıcı işbirlikleri üzerinden düşünülmesi gerektiği açık. Ortak projeler, kapasite geliştirme çalışmaları ve yerel aktörlerle kurulacak sürdürülebilir ortaklıklar hem Suriye’nin yeniden inşa sürecine katkı sunabilir hem de bölgesel istikrarı güçlendirebilir. Sahada gözlemlediğimiz karşılıklı güven ve diyalog isteği, bu işbirliklerinin toplumsal karşılığının da güçlü olduğunu gösteriyor.

Suriye bugün zorlu bir sürecin içinden geçiyor; ancak aynı zamanda güçlü bir yeniden kurma iradesi de barındırıyor. Sahada gördüğümüz tablo, bu sürecin dikkatle, sorumlulukla ve sahadaki gerçekliği gözeten bir yaklaşımla desteklenmesi gerektiğini açık biçimde ortaya koyuyor.

Suriye’de Son Durum: İzlenimler

Hilal Erol Yaşar

Göç Araştırmaları Vakfı ile 18–21 Aralık 2025 tarihleri arasında Suriye’de olma fırsatımız oldu. Bu ziyaret hem tarihî hem kültürel açıdan zengin bir ülkeyi gözlemleme fırsatı sundu. Azez, Şam, Halep, Humus, Lazkiye, Tartus bölgelerinde karşılaştığımız manzaralar ve sokaklarda gözlemlediğimiz yaşam koşulları, savaş sonrası dönemin etkilerini yansıtıyordu.

Gezdiğimiz tarihî ve kültürel mekânlar, Suriye’nin binlerce yıllık mirasını ortaya koyuyordu. Müze ve camiler, geleneksel çarşılar ve mimari yapılar, süslemeler ve el işlemeleriyle bölgenin tarihî dokusunu yansıtıyordu. Şam’da, Surp Sarkis Ermeni Katolik Kilisesi, Emevi Camii ve Selahaddin Eyyubi Türbesi gibi farklı inançların izlerini taşıyan alanları görme imkânı bulduk. Hamidiye Çarşısı ve sokaklardaki yeni yıl süslemeleri, şehrin kültürel çeşitliliğini deneyimlememizi sağladı.

Bazı bölgelerde yıkıntılar arasında yeniden yapılanma izleri belirsizdi; bazı bölgelerde ise hayat “normal” görünüyordu. Ancak bu normal, sürekli bir tedirginliği ve olası yeni gerilimleri barındırıyordu. 

Şam oldukça kalabalıktı ve bu kalabalığın nedenlerini farklı açılardan yorumlamak mümkün. Örneğin, Deyrizor’da Fırat Nehri kenarında yaşayan ve 5 odalı evi kullanılamayacak kadar tahrip olmuş bir kadın, Şam’daki imkanların görece daha iyi olması nedeniyle 6 çocuğuyla 1+1 evde yaşamak zorunda olduğunu anlattı. Yermük gibi neredeyse tamamen yıkılmış bölgeler, bu durumun boyutlarını daha net ortaya koyuyordu. Ayrıca STK faaliyetlerinin kırsala ulaşımında hâlâ sorunlar olabileceği izlenimini edindim. Bu noktada, ziyaretimiz sırasında görüştüğümüz bir STK temsilcisinin “Bizim küçük savaşımız bitti, büyük savaşımız şu an başladı” ifadesi, durumu daha anlamlı kıldı.

Suriye’de kaldığımız süre boyunca zamanımızın önemli bir kısmını yollarda geçirdik. Bu zamanı bir kayıp olarak değil, bir gözlem süreci olarak değerlendirdik. Yol boyunca sık sık kontrol noktalarıyla karşılaştık; bu kontrolleri yapan kişiler alışılmış üniformalı güvenlik görevlileri değildi. Buna karşın, günlük yaşamda çarşıda, pazarda ve mahalle aralarında kamuflaj giymiş çok sayıda sivil insan gördük. Öte yandan, şehir içi ve şehirlerarası yollarda trafik lambalarının olmamasına şaşırsak da ziyaretimizi kolaylaştıran görevlilerin belirttiğine göre alışılmış bir durumdu.

Suriye’nin gündüzleri ısıtan güneşi, geceleri tamamen soğuğa teslim oluyordu. Bu soğukta aklımıza ilk gelen, yolculuklar sırasında gördüğümüz hâlâ çadırlarda yaşamını sürdüren insanlardı. 

Yolculuklarımız sırasında zeytin ağaçlarının henüz tazeyken kökten kesilerek tahrip edildiğini, evlerin neredeyse hiçbirinde cam ve pencere kalmadığını, yıkılmış binaların arasından demirlerin sökülüp toplandığını gözlemledik. Bu manzara, bir ülkenin nasıl sistematik biçimde zarar gördüğünü ve tahribatın boyutlarını somut biçimde ortaya koyuyordu.

Suriye’ye giriş ve dönüşlerimiz sırasında sınır, bekleme süreleri ve yapılan işlemler, ekip içinde 30 yıl öncesi ve sonrası karşılaştırmalarına yol açtı. Sınır geçişinde form dolduruluyor ve form, memur aracılığıyla büyük defterlere kaydedilip başka bir deftere aktarılmak üzere bir görevli tarafından götürülüyordu. Dijital sistemlerin sınırlı olması veya henüz gelişmemiş olması, sınırda bekleme sürelerinin uzamasına neden oluyordu.

Suriye’yi yerinde gözlemlemek hem aktarabildiğim hem de aktaramadığım deneyimlerle sonuçlandı. Bir yandan kadim bir kültürün izleri, diğer yandan savaş ve yıkımın bıraktığı izler, ülkenin hem tarihî hem güncel gerçekliğini ortaya koyuyordu. Şam’ın kalabalığı ve farklı inanç ile kültürlerin bir arada yaşadığı alanlar; Halep ve Yermük’ün yıkıntıları; yeniden yapılanma çabaları ve günlük yaşam detayları, ülkenin gerçekliğini daha derinlemesine görmemize imkân verdi.

Küllerinden Doğan Bir Coğrafya: Suriye İzlenimleri

Haydar Haluk Ceylan

Suriye’de 14 yıl süren savaşın ardından yaşanan rejim değişikliğinin üzerinden tam bir yıl geçtikten sonra 2025 yılının aralık ayında Göç Araştırmaları Vakfı ekibiyle bölgeye bir ziyarette bulunduk. Sınırı geçtiğimde karşımda hem kadim bir mirasın direnişini hem de Doç. Dr. Ali Zafer Sağıroğlu hocamın tabiriyle eksilerden

 “sıfır noktasına" gelmiş bir ülkenin doğum sancılarını bir arada gördüm. Henüz sınır kapısında yaşanan vize-pasaport işlemlerindeki sorunlar, teknolojinin aktif bir şekilde kullanılamıyor oluşu, uzadıkça uzayan sıralar, bürokratik süreçler… Suriye’nin genç rejiminin hem nitelikli insan kaynağına hem de kurumsal teamüllerin oturması için çokça zamana ihtiyacı olduğuna işaret ediyordu. Suriye’ye Öncüpınar üzerinden adım attığınızda sizi karşılayan ilk düşünce, zamanın çok gerisinde kalsa da kültürel olarak pek çok ortak noktaya sahip olduğunuz bir ülkeye girmiş olduğunuz oluyor. Sınır kapısındaki el ile defterlere işlenen kayıt sistemleri ve üniformasız görevlilerin yarattığı “zamanda yolculuk" hissi, bize ülkenin içinde bulunduğu kurumsal inşa ihtiyacını açıkça gösteriyor.

Savaşın ve yıkımın büyüklüğünü tarif edecek kelimeleri bulmakta zorlanıyorum. Tüm ülkeye yayılan bu çatışma halinin yanı sıra Baas rejiminin yarattığı korku imparatorluğu, insanların birbirlerine olan güvenini de büyük ölçüde zedelemiş. İnsanlardan çokça duyduğumuz bir deyiş “Duvarın kulağı vardır” oluyor. Bu sebeple Suriye’de bugün çok büyük altyapısal sorunlar olsa da insanların öncelikleri şimdilik bu değil. Bir gece yarısı baskınıyla alınıp Sednaya Hapishanesi’ne götürülme riskinin ortadan kalkması, özgürce konuşup eleştirebilmek şu anda elektrik, su ve barınma gibi temel ihtiyaçların dahi önüne geçiyor. Bu süreç ne kadar devam eder bilmiyorum fakat insanların üzerinde hâlâ kazanılmış bir zaferin mutluluğu görülüyor. Bu mutluluk tablosu, ekonomik kalkınma ve temel ihtiyaçların giderilmesi süreci ile taçlanırsa Suriye’de istikrar hızla sağlanabilir. Aksi bir durumda, ülkenin yeniden bir çatışma ortamına girmesi için de bazı sebepler bu ziyaret esnasında gözüme çarptı. Bu nedenle Suriye’nin yeniden ayağa kalkması için ihtiyacı olan kaynağın yaratılması; ülkemizin ve uluslararası kuruluşların bu kalkınma için gerekli eğitimsel, teknik ve maddi destekleri sunması, barışın kalıcılığı için elzem.
Savaşın izlerini sürdüğümüz Suriye’de, savaşın uğramadığı bölgelere rastlamak da mümkün. Örneğin bir yanda Şam’ın Mezze mahallesinde modern ve lüks bir hayatın parıltısı varken, hemen yanı başında Yermük Kampı’nın yerle bir  edilmiş binalar ve bombalanmış camiler yer alıyor. Şam’da sokaklarda yılbaşı süsleri ve “Merry Christmas" yazıları arasında hayatın neşesi akarken, binaların pencerelerinden sarkan demir yığınları savaşın henüz soğumamış nefesini hissettiriyor. Bu tablo, yıkılmış hayatlarla normal hayatın omuz omuza verdiği trajik bir durum barındırırken, bize Suriye’nin çok kültürlü yapısını göstererek yeniden inşa edilmeye çalışılan “birlikte yaşama kültürüne" dair de umut veriyor.

Saha gözlemlerinde dikkat çekici unsurlardan biri de ülkemizle kurulan derin insani bağ oldu. Türkiye’den dönen ailelerin evlerinde Türkçe konuşulması, Türkmen mahallelerinde Suriye ve Türkiye bayraklarının süslediği duvarlar, geri dönen ailelerdeki çocukların hâlâ Türkiye’deki arkadaşları ve öğretmenleri ile iletişimde olması bu bağın en somut örnekleri olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle Türk sivil toplum kuruluşlarının eğitimden sağlığa kadar sunduğu bütüncül hizmetler, bölge halkı nezdinde Türkiye’ye yönelik bir güven inşa etmiş durumda. Görüştüğümüz STK temsilcileri, değişen süreçlerle birlikte desteklerin temel insani yardımdan ziyade uzun vadeli ve ülkenin yeniden ayağa kalkmasına yardım edecek eğitim ve teknik destek odaklı ilerlediğini söylüyor. Tüm bunlar olurken STK’ların dile getirdiği bir eleştiri ise Suriye’nin rejim değişikliği sonrası geliştirdiği devlet refleksi ile bazı bürokratik süreçlerin uzamaya başlaması. İnsanlar, yine de bu sorunların katı ve çözümsüz olmadığı kanaatinde.

Ülke ekonomik açıdan büyük bir dar boğazdan geçiyor. Kira fiyatları ABD ya da Avrupa ülkeleri ile yarışır seviyesindeyken gelirler çok düşük. Örneğin bir öğretmen 100 Dolar maaş alıyor. Lazkiye’de babasının dükkanında tanıştığım Yusuf sabahları okula giderken öğleden sonraları alçı-sıva işleri için çıraklık yapıyormuş. Yusuf’un günlük yevmiyesi yalnızca 2 Dolar. Bu ekonomik tabloya rağmen cumartesi akşam saatlerinde uğradığımız Hamidiye Çarşısı’nda iğne atsan yere düşmez bir kalabalık var. İnsanlar renkli, ışıklı vitrinleri izliyor, alışveriş yapıyor. Tam o sırada önümüzden korna çalarak geçen bir polis aracı gençler arasındaki kavgaya müdahale ediyor. Suriye’de güvenlik önlemleri üst düzeyde tutulmaya çalışılıyor. Biz özellikle şehirlerarası yollardayken çok sık çevirmeye takıldık. Bu çevirmeler genelde askerler tarafından yapılıyor. Camilerin girişlerinde silahla girilmemesi yönünde uyarılar olsa da hala sırtında silahlarla camilere giren insanlara rastlamak da mümkün. Belki de henüz tek tip üniforma kullanımı henüz yaygın olmadığından kimin kolluk kuvveti kimin bireysel silahı ile dolaşan biri olduğunu ayırt etmek güç.

Geri dönüşler; mülkiyet sorunlarından eğitim müfredatındaki uyumsuzluklara ve dil meselesine dek pek çok sorun barındırıyor. Suriye’de tapu kayıt sistemleri ciddi tahribata uğramış. Bu sebeple aynı ev birden fazla kez el değiştirmiş olabiliyor. Herkesin elinde bir tapu bulunsa da asıl kayıtlarda yer alması gereken tapular kayıp çıkabiliyor. Bu da ülkede ciddi bir mülkiyet krizi doğuruyor. Ancak bu zorluklara rağmen, 70’li yaşlarında Almanya’daki konfor alanını terk edip çocuklarını Almanya’da bırakarak Yermük’teki evini tek bir usta ile yapayalnız onarmaya dönen amcaların azmi ve motivasyonu geleceğe dair umudu diri tutuyor.

Hamidiye Çarşısı’nda tanıştığımız Türkiye’den dönmüş bir esnaf ticaret yapmanın zorluklarından bahsederek ülkenin finans ve bankacılık sisteminin bir an evvel kurulması gerektiğini bize aktarıyor. Aynı kişi rejim değişikliğinden yalnızca birkaç ay sonra ülkeye binlerce sıfır ve lüks araç girdiğinden bahsederek demek ki insanlar paralarını Baas rejiminden saklıyorlarmış, rahatlama olunca herkes sıfır araba aldı diyor. Aslında bu milyarlarca doların dışarı çıkması demek. Ülkenin yeniden inşasında diasporadan gelecek döviz katkısı önemseniyor. Suriye Dışişleri Bakanlığı bünyesinde yer alan “gurbetçiler dairesi”nin temel misyonlarından birini de bu katkıyı sağlamak oluşturuyor. 

Ziyaretimiz sırasında Şam Üniversitesinde yapılan açık lise sınavlarına denk geldik. Burada içerideki çocuklarını bekleyen veliler ve MEB görevlileri ile sohbet etme şansımız oldu. MEB, geri dönen ailelerin ortaokul ve lise çağındaki çocuklarının eğitimlerinin yarıda kalmaması için onlara açık lise imkanı sunmuş ve bu sınavlar Türkiye ile eş zamanlı olarak Suriye’de de yapılıyormuş. Bu düşünce sayesinde belki de binlerce çocuğun üniversite okuma hayali sürdürülebiliyor. Türkiye’de doğan, büyüyen ve sosyalizasyonunu Türkiye’de tamamlayan çocukların en büyük hayali Türkiye’de bir üniversite okumak. Bu noktada nitelikli insan kaynağının ve genç nüfusun bu kadar önemli olduğu bir konjonktürde, Türkiye’nin de bu çocuklar için yapıcı alternatif eğitim politikaları uygulaması ve bazı süreçleri kolaylaştırması rasyonel olabilir.

Suriye bugün her ne kadar altyapı eksikliği, elektrik sorunu ve işsizlikle boğuşsa da sokaklardaki canlılık, diasporada bulunan Suriyelilerin ülkeye katkı sunma hevesi, STK’larımızın ve ülkemizin ortaya koymaya çalıştığı çaba umut vericidir. Ülkenin kalkınması; kurumsal sürekliliğin sağlanmasına, eğitim sisteminin oturtulmasına ve mülkiyet haklarının adil çözümüne bağlı görünüyor. Suriye, kadim tarihine ve geçmişine yaslanarak yıkıntıların arasından ellerini toprağa basarak ağır ağır doğrulmaya çalışıyor. Bu süreçte çatışmasızlığın sürmesi için en büyük görev belki de yine Suriye halkına düşüyor. Ekonomik ve altyapısal krizlerin ise tek başına çözülebilmesi pek mümkün görünmüyor. Bu noktada uluslararası destek ve yerel aktörlerin kararlılığı büyük önem arz ediyor.

 

GAV Suriye Ziyareti İzlenimi

Rabia Betül Yaran

Öncüpınar sınır kapısından geçerken sanki ülke değiştiriyor gibi değil de Türkiye’nin başka bir şehrine gidiyor gibi hissettim. Sınır kapısında bizimle birlikte bekleyen insanlardan tutun da sınırda görevli Suriyeli personele kadar çok fazla kişiyle Türkçe anlaşabiliyorduk. Gezi boyunca kime Türkiye’den geldiğimizi söylesek bizi sevgiyle karşıladıklarına şahit oldum.

Bölgede çalışan TDV, Maarif, Hasene ve Kızılay gibi vakıfların merkezlerini ziyaret ettiğimizde bu karşılıklı muhabbetin boşuna olmadığını, kardeşlik bağlarını güçlendirmek için birçok görevlinin canla başla çalıştığını gördüm. Bu kardeşlik bağı, Türkiye’den yeni geri dönüş yapmış kişilerde, özellikle gençlerde kendini gösterdi. Birçok kişi Türkiye’den “ikinci vatanım” diye bahsetti. On beş yıldır Suriyelilerin ve Suriye kültürünün ülkemizin demografisini çeşitlendirmesiyle birlikte ben de çok fazla Suriyeli arkadaş edindim, birbirimizin dillerini öğrenme gayreti gösterdik. Bu sebeple ben de Suriye’ye geldiğimde ikinci vatanıma gelmiş gibi hissettim.

Azez’de başladığımız gezimizi Halep, Humus ve Lazkiye’ye uğrayarak Şam’da tamamladık. Gezi boyunca beni en çok şaşırtan gözlemlerden biri, Suriye’de, bilhassa Lazkiye’de ne kadar çok Türkmen nüfusu olduğuydu.

Halep’teki Türkmen köylerinin yanı sıra Lazkiye’nin de büyük bir kısmının Türkmenler tarafından iskân edildiğini görmek, bölgenin etnik ve kültürel mozaiğini daha derinden anlamamı sağladı. Türkiye’den dönenlerle yaptığımız görüşmelerde, ailelerin, özellikle gençlerin geri dönmeye çok istekli olmadıklarını, fakat gerek mülklerine ve iş yerlerine sahip çıkmak gerekse aile birleşimi gibi sebeplerle döndüklerini öğrendim. Bu sebeplerin yanı sıra sadece Suriye’ye aidiyet hissettiği için dönen kişiler de var. Geri dönen birçok kişi olmasına rağmen benim konuştuğum kişiler Suriye’deki hayatlarının Türkiye’dekine kıyasla çok daha zorlu geçtiğini söyledi. Türkiye’den dönüş yapmış Ahmed Bey’in sözleri durumu özetliyor: “Henüz burada iş yok, elektrikler bile yok. Elimde olsa dönmezdim." Geri dönüş yapmanın Türkiye vatandaşı olmayan kişiler için karar verme yükü de ağır çünkü vatandaşlık sahibi bir azınlığın aksine geçici koruma statüsüne sahip kişiler sınırda geçici koruma kimliklerini sembolik olarak kırarak, bir daha Türkiye’ye yerleşim için dönemeyeceklerini kabul ederek bu kararı veriyorlar. Çeşitli sebeplerle geri dönüş yapmış kişilerden döndüğüne pişman olduğunu dile getiren birçok kişi var.

Gönüllü geri dönüşlerin sürdürülebilir bir şekilde gerçekleşmesinin ve dönenlerin adaptasyonunun, Suriyelilerin Suriye’de ontolojik güvenliklerinin (Giddens, 1991) sağlanmasına bağlı olduğunu düşünüyorum. Bu da kurumsal sürekliliğin sağlanması ve gündelik rutinlerin düzene girmesiyle mümkün olabilir. Suriye’nin artık 61 yıllık baas rejiminin yarattığı korku atmosferinden çıkıp nefes almaya başlamış olması bunu desteklese de altyapı bakımından ciddi eksikler bulunuyor. En belirgin nizami sorunlardan biri eğitim sisteminin henüz oturmamış olması. Eğitimcilerle yaptığımız görüşmelerde, her ne kadar eğitim müfredatının birleştirilmesi için mevcut yönetim tarafından bir gayret gösterilse de hem öğretmen istihdamı hem de okullara eğitim materyalleri sağlanması konusunda ciddi bir ihtiyaç olduğunu gözlemledim. Eğitimin sürdürülebilir olmasıyla ilgili bir diğer kritik husus da Türkiye’de doğmuş veya büyümüş çocukların Arapça eğitimi ile desteklenmesi gerekliliği. Aksi halde ana dili Türkçe olan bu çocukların Arapça müfredata uyum sağlamaları oldukça zor görünüyor. Suriyeliler için temel endişelerden birinin de düzenli gelir getiren bir iş bulma zorluğu olduğunu gördüm. TİKA ile yaptığımız görüşmede, iş istihdamına katkı sunmak için meslek edindirme kursları, siber güvenlik eğitimleri ve çiftçilere tohum desteği sağlama gibi projelerin uygulanmaya başladığını öğrendim. 

Bunlar iş gücünü kuvvetlendirmeye katkı sağlasa da TİKA gibi kurumların çatışma sonrası yeniden inşa projelerinin daha etkili yürütülmesi için karşılıklı adımların atılması gerekiyor. Zira şu anda ahdi zeminin oluşturulmaması ve karmaşık kurumsal prosedürler hızlı ve etkili proje yapımını sekteye uğratmakta.

Devlet kurumlarının hukuki düzenlemeleri ve kurumsal hantallığı aşmaya çalıştığı bu dönemde STK’ların çatışmanın başından beri sahada bilfiil bulunarak önemli insani yardım faaliyetleri yürütmeleri Suriye yönetimi ve halkı nezdinde ciddi bir güven oluşturmuş durumda. Bu bağlamda, Suriye’nin yeniden inşaasına STK’ların katkısını gözlemlemek benim için çok kıymetli oldu.

Bu yazıda Suriye’nin beni en çok etkileyen yanı olan Şam’a özellikle değinmek istiyorum. Yaklaşık 11.000 yıllık bir geçmişe sahip olan ve dünyanın en eski kesintisiz yerleşim yerlerinden biri olarak bilinen Şam, sayısız medeniyete ev sahipliği yapmış kadim bir şehir. Bu zengin miras, şehrin her köşesinde hissediliyor. Özellikle Hamidiye Çarşısı ve Emevi Camii’nde şehrin nabzı çok hızlı atıyor. Savaşın izlerini taşısa da çarşının bu canlılığı, Şam’ın direncinin ve hayat dolu oluşunun en güzel göstergesi. Şam, yıkımların arasında can suyunu bekleyen, açmaya hazır bir çiçek gibi. İçinde barındırdığı kadim medeniyetlerin izleriyle büyülerken, yıllarca süren bir savaşın bıraktığı tahribat hâlâ çok ağır. Bilhassa Yermük Kampı’nda bu yıkım çok daha derinden hissediliyor. Büyük bir kısmı Filistinli göçmenlerin evlerinden oluşan bu bölgede binalar yerle bir olmuş, camiler bombalanmış, hatta Yermük’ün bir kısmı tamamen dümdüz edilmiş durumda. Ancak Suriyeliler bu can suyunu vermeye istekli.

Kanayan binaları onarmak, yıkımın içinden yeniden ayağa kalkmak için azimle çalışıyorlar. Suriyelilerin bu yıkımın içine dönüp ülkelerini küllerinden yeniden inşa etme kararlılıklarına hayran kaldım. Yetmiş yaşında olmasına rağmen yıllardır yaşadığı Almanya’dan dönüp büyük bir gayretle evini yeniden inşa etmeye çalışan Muhammed Amca’ya hayran kaldım. 

Bu hayranlık, Mahmud Derviş’in “Bu topraklarda, yaşamak için sebeplerimiz var" dizesini aklıma getirdi. Suriyelilerin Suriye’de yaşamak için sebepleri var. Suriyelilerin bu topraklara olan bağlılığı, hayatlarını yeniden inşa etme kararlılığı umut verici.

 Önümüzdeki dönemde çok kısa zamanda bile Suriye’de kalkınma anlamında çok fazla şeyin değişeceğine inanıyorum.